Hasta Sözlük - Sağlık Bilgi Kaynağı & Tıp Sözlüğü
küçük bir kız çocuğu eczaneye girer:
- muci̇ze var mı amca?

- muci̇ze mi? ne yapacaksın ki?

- kötü bir cisim kardeşimin başında gittikçe büyüyor. babamın söylediğine göre ancak bir muci̇ze onu kurtarabilirmiş. ben de bütün paramı getirdim ki muci̇ze alayım. eczacı üzüntüyle:

-yavrucuğum sana yardım edemeyiz. burada muci̇ze satmıyoruz ki!
kızın gözleri dolar:
-ama kardeşim ölüyor! lütfen ne olur bana bir muci̇ze verin.
birden arkadan bir el çocuğun başını okşar ve yumuşak bir sesle:
-gel bakalım ne kadar paran varmış görelim. paraları saydıktan sonra:

-aman allah'ım tam da kardeşine bir muci̇ze alabilecek kadar paran varmış.

çocukla biraz konuştuktan sonra:

- şimdi beni eve götür de bakalım kardeşine bir muci̇ze bulabilecek miyiz?

o adam dünyaca meşhur beyin cerrahı profesörüydü! i̇ki gün sonra hiç bir ücret almadan ameliyatı gerçekleştirdi.

bir müddet sonra da çocuk iyileşti.

olayı almanya the hannover hastanesi dekanı ilmi bir konferansta anlatıyor.

ve o profesör hem ülkemizce ve hem dünyaca meşhur i̇ranlı madjid samii'ydi!


alıntıdır.
30 yıldır, çocuğu gibi baktığı ağacı kesilen adamın belediye'den aldığı efsane i̇ntikam

abd'nin kaliforniya eyaletinde yaşayan yaşlı bir adamın 30 senedir baktığı ve büyüttüğü ağaç, belediye tarafından sırf ağacın köklerinin kaldırıma çıkması gerekçesiyle kesilince, yaşlı adam belediye başkanına bir mektup yazar ve işte o mektup;

"merhaba sayın belediye başkanı. bugün size bu mektup ile ölümü, yeniden doğmayı ve intikam üzerine bir hikaye anlatacağım..
üç yıl önce bugün, sizin başkanlık yaptığınız şehrin belediyesi, evimin önünde büyüyen ve tam 30 yaşında olan ağacımı kesme kararı aldı.

bunun tek nedeni ise ağacın köklerinin kaldırımın üzerine taşmaya başlamasıydı. aslında gerçek bir sorun bile değil..

bu yetmezmiş gibi üstelik ağacın bakımını düzenli olarak bizzat benim yaptığım ve evimin önünde olmasından dolayı, ağacın kesim masraflarını bile

'yasa gereği' bana ödettiniz. o ağaca gerçekten çocuğum gibi baktım.

gerektiğinde gübreledim, zararlı böceklerden korumak için ilaçlar verdim, bir fide iken dik durabilmesi için destekledim. zaman içinde büyüdü ve çok güçlü bir ağaç oldu.

çocuğu kendi ayakları üzerinde durmaya başlayan bir baba gibi gurur duyuyordum.

ben bu dünyadan gittikten sonra bile, arkamda benden hatıra kalan canlı ve yaşayan bir anı bırakmanın verdiği mutluluk ile hayatımın son zamanlarını yaşıyordum.

fakat sizler belli belirsiz bir bahane ile, çocuğum gibi baktığım ağacı öldürdünüz

bununla kalmayıp, celladının masraflarını dahi bana ödettiniz.

ve başkan, işte bugün intikam vakti! siz benim ağacımı kestikten 5 ay sonra, yani günümüzden 2 yıl 7 ay önce,

şehrin yetkisi altındaki farklı yerlerine kırk beş adet redwood kaliforniya çamı ve 82 tane dev sekoya ektim.

bu ağaçları bilmiyor olabilirsiniz, fakat bu ağaçların özelliği devasa boyutlara ulaşmaları ve boy atmaya başlamadan önce toprağa sıkı sıkına kök salmaları. yani siz bu mektubu okuduğunuz bugünlerde,

dışarıdan küçük gözüken o ağaçlar yerin altına doğru on metre uzunluğunda kök saldılar bile. önümüzdeki aylarda ise mevsimleri geldiği için akıl almaz bir hızla uzamaya başlayacaklar ve uzunlukları 70 metreye kadar ulaşacak. siz o gün önemsiz görebileceğiniz bir sorunu,

kendinize vazife edinip ağacımı yok etmiştiniz.
bugün ise belediye denetimi altında olan yerlerde yüze yakın devasa ağaçlar büyümekte ve bu ağaçları benim ağacım gibi kolayca sökemeyeceksiniz. bunu yapmaya başlasanız dahi her birini kökünden sökmek size bir servete mâl olacaktır.

i̇yi günler sayın belediye başkanı.
sadece kökü kaldırıma taştı bahanesi ile kestiğiniz o ağacın,bugün size yüz ağaç olarak geri döndüğünün haberini vermek için bu mektubu iletiyorum ve hayatımın son günlerinde size ağaçlarla dolu bir şehir bırakıyorum. i̇şte bu da benim intikamım

Alıntıdır.
10 dakikalık bir filmin yılın en iyi kısa film unvanı kazandığı ve sinemada gösterime gireceği açıklandı. filmi merak edip izlemeye gelen büyük bir kalabalık toplandı. seyirciler salona girdi ve film oynamaya başladı ama bir gariplik vardı.

film başlayalı 6 dakika olmasına rağmen ekranda aynı sahne vardı, kamera açısı sadece bir odanın tavanını gösteriyordu. 7.dakikada aynı sahnede bir değişiklik olmadan geçince seyirciler şikâyet etmeye başladılar ve bazıları zamanını kaybettiğini söyleyerek salondan ayrılmak istedi. aniden kamera açısı tavandan yere indi ve omurilik felci, tamamen engelli yatağa uzanmış bir bayan görüldü…

ve şu cümle yazılıydı:
“bu engelli bayanın hayatının her saatinde gördüğü sahnenin sadece 8 dakikasını size sunduk ve siz buna 8 dakika bile katlanamadınız!
hayatınızın her saniyesinin değerini bilin...
ölen kişinin karnına neden bıçak koyulur?

anadolu'da yaşatılan bir gelenek var. ölen birinin karnına bıçak koymak karnı şişmesin diye derler sorulduğunda.

i̇şin aslı ise şöyledir:

biliyorsunuz altaylar demir yatakları bakımından zengindir. eski türklerde demircilik bir ata mesleğidir. hatta juan juan i̇mparatoru'ndan kız isteyen bumin kağan

"siz ötüken dağları'nın demircileri değil misiniz?" diye aşağılanmıştır.

demirin kutsallığı bu yüzden hayatın her alanına yansımıştır.

ergenekon'dan çıkmak için demirden dağ eritirler.

ölülerin üzerine demir konması da eski şaman geleneğidir. ruhun ülgene sorunsuz geçmesi için demirin kötü ruhları kovması istenir.

osmanlı'da bile bu gelenek sürdürülmüş, mezarların göbek kısımlarına bıçak motifleri işlenmiştir.

çünkü ruhun göbekten çıktığına inanılır.

alıntıdır.
bilimsel araştırma:
ucuz düğün yapanlar boşanmıyor.

abd'de de evli çiftleri inceleyen bilim insanları ve araştırma şirketleri, yüksek bütçeli düğün yapan çiftlerin boşanma oranlarının düşük bütçeli düğün yapanlara oranla daha yüksek olduğunu tespit etti.

düşük bütçeli düğün yapanların evliliğinin daha sağlam olduğunu aktaran bilim insanları 25 bin doların üzerinde düğün yapan her 10 çiftten 1'inin üç yıl içinde boşandığına da dikkat çekti. uzmanlar 3 yıl içinde ortalama boşanma oranının ise her 20 çiftte 1 olduğunun altını çizdi.

öte yandan aynı araştırmada nikah töreni ve düğünlerine en fazla 10 davetli çağıran çiftlerin de 10 yıl içinde boşanma oranlarının yüzde 34 olduğu kayıtlara geçti.

evlilik konusunda uzmanlaşan düşünce kuruluşu marriage foundation tarafından yapılan araştırmayı değerlendiren üst düzey yönetici harry benson, "bu veriler bize abd'de pahalı düğünlerin evlilik için kötü olduğunu çünkü bir borç yarattığını gözler önüne seriyor" dedi.

benson açıklamasına, "bu araştırma genel olarak düğünlerin pahalı olması gerekmediğini gösteriyor ve çiftlerin bu özel günü aileleri ve arkadaşlarıyla kutlamaları için çok ciddi bir miktarı gözden çıkarmamaları gerektiğini kanıtladı" ifadesini kullandı.

peki siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?


alıntıdır.
zeytin yaprağının çayının faydaları...
sindirim sistemini korur.
merkezi sinir sistemini korur.

mikroorganizma büyümesini engeller.
kanser riskini azaltır.
i̇nflamasyon riskini azaltır.
ağrı uyarıcılarını azaltır.
oksidasyon veya hücre hasarını önler.
kilo vermeye yardımcı olur.
kalp sağlığına yardımcı olur.
kan basıncını düşürür.

tip 2 diyabetin tedavisinde yardımcı olur.
şeker hastalığı tedavisinde yardımcı olur.
serbest radikalleri yok eder.
bağışıklık sistemini güçlendirir.
uçuklarla savaşır.
i̇ltihabı azaltır.
beyni alzheimer ve parkinson’a karşı korur.

kan basıncını düşürerek, yüksek tansiyonu önlemeye yardımcı olur.
kolesterolü düşürür.
kemik sağlığı üzerinde olumlu etkisi vardır.
kemik iltihaplanmalarını azaltır.
genetik hasarı önlemeye yardımcıdır.
beyni toksinlerden korur.
bakteri ve mantarları öldürür.

beynin işlevini arttırır.
yaşlanmadan kaynaklı cilt hasarlarını ve kırışıkları önleyerek, cildin nemlenmesini sağlar.
yaraları daha hızlı iyileştirme özelliği vardır.
diş ağrısını geçirebilir.
enerji verir.
tokluk hissi vererek yemek yeme isteğini azaltır..

zeytin yaprağının faydaları canan karatay..

ailece kış hatalıklarından kurtulmak için zeytin yaprağını bir tutam porselen çaydanlığa koyun ve demleyin.
limon ve bal ile tatlandırabilirsiniz.
çok sağlıklıdır.

midedeki fazla üremiş düşman mikropları öldürdüğü gibi aynı zamanda mide dostu bakterileride arttırır.
kışın sıcak olarak hazırlayacağınız zeytin yaprağı çayını asla kaynatmayın, yazın aylarında soğuk olarak içebilirsiniz...

zeytin yaprağının yan etkileri...
zeytin yaprağının yan etkileri olan tansiyon ilaçlarıyla etkileşime girebilmesi ve kan şekeri ilacı ile etkileşime girebilmesi nedeniyle bu ilaçları kullananlar dikkat etmelidirler. ..

zeytin yaprağı çayı kendi zevkinize göre hazırlanabilir.

yaprakları birkaç dakika bekletmek narin, yumuşak ve doyurucu bir çay hazırlamanızı sağlarken, yaprakları biraz daha uzun süre suda bırakıp, daha uzun süre demlemek daha güçlü bir infüzyon sağlar.

alıntıdır.
bir üniversite'de profesör, elinde bir fare ve kutu ile salona girdi. öğrencilerin şaşkın bakışları arasında fareyi kutunun içine koydu ve kapattı.

kutunun hava almadığı açıktı. salona dönerek: "bu kutuya iki gün kimse dokunmayacak, dokunan bu dersi geçemez!" dedi ve salondan çıkıp gitti.

salondaki öğrenciler olaya bir anlam verememişlerdi. kimisi kutunun içindeki fareyi çıkarmayı düşündü ama cesaret edemedi.

i̇ki gün boyunca ders görülen o sınıfta kutu öylece kaldı.

ne olacağını merak ederek iki gün geçirdiler. i̇ki gün sonunda tekrar dersi olan profesör salona girdi ve

kutuya yaklaşarak açtı. tabi ki, kutunun içindeki fare artık yaşamıyordu. öğrencilerden birçoğu üzülmüştü.

profesör sınıfa dönerek farenin neden ölm.ş olabileceğini sordu.

sınıftan birçok farklı ses ve fikir yükseldi; 'havasızlıktan', 'açlıktan, 'susuzluktan.
her öğrenci olabilecek ihtimalleri saymıştı. profesör kutuyu havaya kaldırıp i̇çini öğrencilere gösterdi.

kutunun her tarafı kemirilmiş vaziyette ve minik deliklerle kaplıydı. ardından devam etti; "görüyorsunuz değil mi?

fare anlaşılan bu kutudan çıkmak için epey mücadele etmiş. bunu kutunun içindeki minik diş izlerinden ve ufacık birçok delikten anlıyoruz

ancak şu var ki fareyi sizin dediğiniz gibi ne havasızlık nede açlık öldürdü. farenin ölümüne neden olan iki şey var; kararsızlık ve korku..

kararsızlık: çünkü fare kutunun her yerini parçalayıp, her noktayı ayrı ayrı kemireceğine sadece tek bir köşesini ısırıp parçalasaydı ve

bunda da kararlı olsaydı o deliği büyütecek ve kutudan kurtulacaktı. korku: çünkü eğer siz öğrenciler benden ve notlarınızın düşmesinden böylesine çok korkmasaydınız, kutuyu açıp fareyi serbest bırakabilirdiniz.

ancak korkudan dolayı size yanlış gelen bir şeye göz yumdunuz.

hayatta sizi başarıya götüren yolda karşılaşacağınız en azılı düşmanlardır: kararsızlık ve korku. kararsızlıkla zaman tüketmeyin. kafanıza tek bir şey koyun ve o yolda ilerleyin.

ve bu yolda size yanlış gelen şeylere göz yummayın.

göze batmaktan, ses çıkartmaktan hiçbir zaman korkmayın!"

alıntıdır.
birinin kilogram fiyatı 290₺, diğerinin kg fiyatı ise 350₺ olan bu cevizler arasında sizce ne fark var?
aklınıza gelecek birçok sebep olabilir fakat birazdan aktaracağımız bilgiler sizi şaşırtacak. çünkü ne akla, ne de mantığa sığmayacak, kabullenmenin de zor olduğu bir durumu aktaracağız.
bu ürünlerden biri yerli ceviz. diğeri ise amerika birleşik devletleri’nden ülkemize ithal ediliyor.
e, doğal olarak ucuzu yerli cevizdir diyeceksiniz.
sonuçta diğerinin taa okyanus aşırı kıtalardan gelmesinin maliyeti var, döviz kuru var, lojistiği var. var da var… akıl ve mantık böyle söylüyor ama ülkemizde yerli cevizi, ithal cevizden çok daha pahalı yediğimiz gibi bir gerçek var…
gördüğünüz bu cevizlerden ucuz olanı ithalken, pahalı olan ceviz yerli… yani ülkemiz topraklarındaki ceviz ağaçlarında yetişen cevizlerimizi bile doyasıya yiyemiyoruz. ülkemizin kendi ürünlerini abd’den ithal edilen ürünlerden daha ucuza tüketemiyoruz.
akıl ermeyen bu durum ülkemizdeki tarım politikalarının bir an önce topyekün elden geçirilmesi, geliştirilmesi ve yerli üretimin desteklenmesi gerektiğini gösteriyor. yoksa göz göre göre pazar payını arttırmak ve üreticiyi bitirmek için oynanan california cevizi oyununa geleceğiz.

alıntıdır.
iğneciler sınıfı

türkiye'nin en önemli liselerinden olan i̇stanbul erkek lisesi, 1925 yılında enteresan bir olaya sahne oldu. öğretmene şaka yapmak isteyen bir öğrenci tüm sınıfın kaderini değiştirdi.

i̇stanbul lisesi’nin onuncu sınıf öğretmeni salih hoca ile öğrenciler arasında garip bir olay gerçekleşir.
i̇stanbul lisesinin onuncu sınıfı öğretmen sandalyesine bir iğne yerleştiren öğrenciler, pusuya yatıp salih hoca ’nın iğnenin üstüne oturmasını izleyeceklerini düşünürler.

öğretmen zili çalınca o sınıfta dersi bulunan arapca öğretmeni (salih hoca) sınıfa giriyor. sandalyeye oturacağı zaman cübbesini iki eliyle düzeltirken eli bir iğneye değen salih hoca ise oturduğu yere bir iğnenin yerleştirildiğini hisseder, sandalyeye oturmaz ve

deftere imzasını attıktan sonra ;
“ben bu muameleye layık değildim, sizlere çok teessüf ederim” diyerek dershaneyi terk eder.

meseleyi müdür besim beye bildiriyor ve istifasını veriyor.

ondan sonra hızlıca araştırmaya geçen disiplin kurulu işin failini bir türlü bulamaz.

o sınıfın dersleri durdurulur ve araştırmalar devam eder. fakat hiçbir öğrenci itirafta bulunmaz.

sonrasında 1925 yılının öğretmenler toplantısı düzenlendiği gün öğretmenler odasında çaylar içilirken odaya birden müdür ile lisenin güvenliği içeri girer ve müjdeyi verir…

muhterem hocamız salih efendinin sandalyesine iğneyi koyan iğneci sınıfın tamamen ihracına karar verdik. çünkü failini ele vermiyorlar…”

sonrasında ise sınıftaki 41 öğrenci i̇stanbul erkek lisesi ’nden bursa lisesi ’ne sürgüne gönderilir.

olaydan seneler sonra ise salih hoca nin sandalyesine iğneyi koyan kişinin başka sınıftan olduğu anlaşılır. ama i̇ğneciler olarak adlandırılan ve bursa ’ya sürgüne gönderilen sınıf ise çoktan mezun olmuştur bile

1925 yılının 10’uncu sınıfı,yani “iğneciler” arasından kimler çıktı:

228 sait efendi: arkadaşları arasındaki lakabıyla h2o, yani sulu sait. ünlü hikayeci sait faik abasıyanık.
697 rahmi efendi: ünlü hekim, politikacı, şair ve akıl hastalıkları uzmanı dr. rahmi duman.
748 saffet efendi: ünlü hukukçu saffet nezihi bölükbaşı.

725 feridun efendi: ünlü gazeteci ve yazar hikmet feridun es.
sabri efendi: türk politika ve diplomasi hayatının unutulmaz isimlerinden, eski dışişleri bakanı i̇hsan sabri çağlayangil.
sıtkı efendi: demokrat parti döneminin ünlü bakanlarından sıtkı yırcalı.

hikmet feridun es’in şu sözü çok meşhurdur. “biz 43 iğneci idik. fakat sonradan o kadar çok kişi iğneci sınıftan olduğunu iftiharla iddia etti ki, hayret etmemek mümkün değil …”

"koca sınıf bursa’ya sürülüyor, veliler müdürün odasını basıp tehdit etmiyor. disiplin kurulunda ki hocalar tehdit edilmiyor. kalitenin tesadüf olmadığı, ahlaklı olmanın kişiye ve topluma ne kadar büyük bir etkisi olduğunu tekrardan anlamış olduk.”
ölümcül hastaliği olan var mi ?

doğan cüceloğlu'nun eğitimdeki katılımcılarla aralarındaki konuşma:

cüceloğlu: arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
katılımcılar: allaha şükür, hocam, bildiğimiz kadarı ile yok.
cüceloğlu: ne güzel! peki, bana, istisnasız bütün insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?

cevap neredeyse otomatik olarak çıkar:
katılımcılar: ölüm.
cüceloğlu: gerçekten de ölüm bütün insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. doğum da bütün insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra gelmesi kesin olan tek şey ölümdür.

cüceloğlu: diğer hiç biri insanların hepsinin başına gelmeyecektir. peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?

katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar.öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır.

şu şekilde devam eder: peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
katılımcılar: hayır
cüceloğlu: şu saniye içinde olma ihtimali var mı?
katılımcılar: var.
cüceloğlu: yarın?
katılımcılar: evet.
cüceloğlu: 30 yıl sonra?
katılımcılar: olabilir.

cüceloğlu: peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?
sınıf sessizce dinlemeye devam eder. çünkü genellikle hayata böyle hiç bakmamışlardır.

cüceloğlu: peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? var mıdır böyle bir garanti?
katılımcılar: yoktur hocam.

cüceloğlu: peki nereden biliyoruz, az sonra telefonumuzun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?
katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar.
katılımcılar: hocam konuyu değiştirsek?

cüceloğlu: ama açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim. peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın öleceğinizi bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? yoksa farklı mı yaşardınız?

katılımcılardan biri: kesinlikle çok farklı geçerdi hocam.
cüceloğlu: şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz?

aynı iletişim mi olurdu? onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? aynı konular, tartışma ya da gerginlik konusu olur mu? yoksa önemsiz hâle mi gelirdi? bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz?
profesör soruyor:
- uçakta 500 tuğla var. biri düştü, kaç tane kaldı?
öğrenci:
- 499.
- doğru. peki, bir fili kaç adımda
buzdolabına sokarsın?
- üç adımda. buzdolabını aç; fili sok;
buzdolabını kapat. +++

profesör:
- doğru! peki, zürafayı kaç adımda sokarsın buzdolabına?
- dört adımda. buzdolabını aç; fili çıkart; zürafayı sok; buzdolabını kapat. - doğru! aslanın doğum gününe tüm hayvanlar gitmiş, biri hariç. hangisi?
öğrenci:
- zürafa. o hâlâ buzdolabında.

- doğru! bir nine timsahlı bataklıktan geçmek istiyor. bataklıkta kaç timsah var?
- sıfır. onların hepsi aslanın doğum gününde.
profesör:
- doğru. nine bataklığı geçmeye başlamış, fakat ölmüş. neden? öğrenci:
- kafatasının çatlaması sonucu.
profesör:
- nasıl yani ya?

öğrenci:
- i̇lk soruda ki tuğla!
profesör:
- hadi be ....
şimdi bir açıklama: çocuklar (ve insanlar) ayırt etmeyi sonradan öğrenir. bu mantığı çocuklar yürütebilir, ama yetişkinler yürütemez.

dolayısıyla bu metni yetişkinler okuduklarında saçma urlar ve gülerler. oysa dünyaya bütüncül bakmayı bilen çocuklar bunu çok mantıklı ve doğru bulurlar. ve...
yetişkinlerin unuttuğu şey: bütün evren bir bütündür. her şey birbiriyle bağlantılıdır.

bu yüzden lin-çi der ki:
nasılsan öyle ol, hepsi bu kadar. karnını doyur, çişin gelince işe, bağırsaklarını güzelce boşalt, yorulunca da git yat. cahiller bu sözüme gülecek, ama bilgeler ne dediğimi anlayacaklardır.

yazı prof. dr. hasan bacanlı'ya aittir.
mısır’ın en çok kazanan en yetenekli doktoru idi. bir gün muayeneye gelen çocuğa iğne vurması gerekiyordu. iğne paralı idi.

anne, bu iğneyi alırsam, bir ay açız deyince büyük kardeşi camdan kendini aşağı attı.

i̇ntihar ederken anne kardeşime iyi bak
dedi.
i̇şte her şey ondan sonra değişti
meşali için.
kardeşini yaşatmak ve sofradan bir tabak eksiltmek için kendini feda eden bu kardeşi hiç unutamadı doktor meşali.

zengin muayenehanesini kapattı.

mısır’ın en fakir mahallesinde muayenehane açtı, tüm hastaları ücretsiz muayene etti
özellikle çocukları.

marka kıyafetlerini çıkarıp attı.
onlar gibi giyindi.

fakirlerin doktoru olarak onu
tüm mısır, tüm tıp dünyası tanıdı.

bu dünyadan bir adam geçti..
fakirlerin,
kimsesizlerin doktoru.

muhammet abdülgaffar meşali...
mekanı cennet olsun.

alıntıdır.
“angut gi̇bi̇ bakma”

peki nedir bu “angut gibi bakma” ?

herkesin haksız bir şekilde kullandığı bir ifadedir "angut"

biri laftan anlamayınca, boş boş bakınca ya da aptallık edince hemen “angut musun?”der günümüz insanı.

angut'un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir sürü insan var ülkemizde..

özelliği nedir bilir misiniz?

angut kuşu'nun eşi öldüğü zaman yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun başucunda bekler.

i̇şte bu canlının yaptığı en büyük 'angut'luk budur. eşinin arkasından yas tutma bütün angut kuşları için geçerlidir.

ayrıca angut kuşları çok ürkek bir hayvan olmasına rağmen, eşinin ölüsünün başında bekler ve elinizi uzatsanız dahi oradan kaçmaz.

hani derler ya 'angut gibi bakmasana' diye.

keşke herkes angut gibi bakabilse değer verdiklerine.. bir "angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde!

alıntıdır.
elektronik sigara zannedildiği gibi masum değil

tomografide okla gösterilen beyaz alanlar, elektronik sigaraya bağlı akciğer hasarı bölgeleri.

elektronik sigara gençler arasında hızla yaygınlaşıyor. zannedildiği gibi masum değil. i̇çeriğinde nikotine ilaveten kurşun gibi ağır metaller, kansere neden olabilecek bileşikler var.

alıntıdır.
ne yediğinizi bilin! kakao kreması, fındık kreması vs.

kakaolu kremaları içeriğinde şeker ve bitkisel yağlar bulunan, dünyada olduğu gibi ülkemizde de kahvaltılık olarak tercih edilen ürünlerden biri olarak yaygın şekilde tüketiliyor. gerek ürün incelemeleri gerekse özel incelemeler kapsamında birçok markaya yer verdiğimiz kakaolu fındıklı kremalarında bugüne kadar fındık oranlarının değişkenliği dikkat çekti. kiminde %4, kiminde , kiminde - derken böylesini görmediniz. new love adıyla satılan ve ambalajında fındık görselleriyle gerçek kakao içeren “premium” fındık kreması ifadesi yer alan bu ürünü inceleyeceğiz.
ürün ilk bakışta sıradan bir fındık kreması olarak dikkat çekiyor. gerek ambalajının ön yüzünde gerekse arkasındaki yasal etiket beyanlarında ürünün “fındık kreması” olduğu beyan ediliyor. ürün içeriğine bakıldığında birçok üründe olduğu gibi palm yağı yer alırken, bu üründe hidrojene palm yağı bulunuyor. üründe ilk sırada sofra şekeri yer alırken gözlerimiz fındık oranını arıyor… fakat ürün içeriğinde fındık oranını bırakın, fındık ibaresi bile yer almıyor. görünüşe bakılırsa konya’da üretilerek tüm türkiye’ye satışa sunulan bu “fındık kreması” fındık içermiyor! diğer yandan “gerçek kakao” içerdiği beyanıyla satılan üründe kakao oranı da tüketiciye beyan edilmezken, üründe aroma verici olarak ne aroması kullanıldığı da bilinmiyor.
birileri yapıyor, satıyor fakat kimse sorgulamıyor.
bu ürünler nasıl denetimden geçip, piyasaya sürülüyor?

alıntıdır.
yunanistan'da balık bol mu?
evet hem de bol bol.
nasıl oluyor da orada bol oluyor?
çünkü bütün gelişmiş ülkeler aptal, biz ileri zekalı olduğumuz için.
çünkü, yunanistan'da 40 metre derinlik sınırı var.
39 metrede balık avlayamazsın, kanunen yasak.
neden 40 metre?
40 metre derinliğe kadar güneş ışığı ulaşıyor, “posidonia” tabir edilen deniz çayırları fotosentez yapıyor, balıklar bu deniz çayırlarında hem besleniyor, hem ürüyor.
40 metre yasağıyla, işte bu üreme alanları koruma altına alınıyor.
deniz çayırında balık avlarsan, sadece o balığı değil, o balığın gelecek nesillerini de yok etmiş oluyorsun.
peki bizde sınır ne?
24 metre!
25 metrede balık avlayabilir misin?
şakır şakır avlarsın.
e, aferin.
aynı denizi paylaştığımız bulgaristan'da romanya'da balık var mı?
bol bol var.
nasıl oluyor da oralarda bol oluyor?
avrupa birliği üyesi oldukları için, kafalarına göre avlanma yapamıyorlar, kaç metre derinlikte balık avlayacaklarını, yılda kaç ton balık avlayacaklarını, balık stoklarını, balıkçı filolarının yönetimini ve denetimini, avrupa birliği yönetmeliği belirliyor.
kurallara uyuyorlar.
bol bol balıkları oluyor.
türkiye'nin avrupa birliği müzakerelerinde “balıkçılık faslı” ne zaman açıldı?
2006 yılında.
müzakerelerde bir milim ilerleme var mı?
yok.
avrupa birliği'ne giremesek bile, avrupa birliği'nin kuralları faydalı, biz o kurallara kendi kendimize uyalım diyen var mı?
o da yok.
avrupa'da en fazla balıkçı teknesi kimde?
bizde.
avrupa birliği ülkeleri yılda kişi başına ne kadar balık yiyor?
26 kilogram.
biz?
sadece 7 kilogram!
norveç'te 6 bin 400 balıkçı teknesi var.
150 ülkeye balık ihracatı yapıyor.
türkiye'de 18 binden fazla balıkçı teknesi var.
100 ülkeden balık ithal ediyor!
norveç'te balıkçılık bakanlığı var…
bakın, norveç balıkçılık bakanı, kız arkadaşıyla birlikte i̇ran'a ve çin'e tatile gitti.
devletin kendisine tahsis ettiği cep telefonunu yanında götürdüğü ortaya çıktı, norveç ayağa kalktı, hem devletin telefonunu tatilde kullandığı için, hem de devletin telefonunu yurtdışında izinsiz kullanarak norveç'in güvenliğini tehlikeye attığı için, istifa etmek zorunda kaldı.
tıpkı türkiye gibi değil mi?
balıkçılık, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde “balıkçılıktan sorumlu bakanlığa” veya “denizcilikten sorumlu bakanlığa” bağlıyken, bizde kime bağlı?
tarladan ve ormandan sorumlu tarım bakanına bağlı!
bütün gelişmiş ülkeler aptal, biz ileri zekalı olduğumuz için.
üç tarafımız denizlerle çevriliyken, sadece kendimize ait iç denizimiz varken, deniz büyüklüğünde göllerimiz varken,
biz çiftliklerde veya karadaki havuzlarda balık yetiştirmeye çalışıyoruz!
hamsi kavağa çıkar mı?
öyle bir laf var ya hani.
ağaçta balık yetiştirmeye çalışmadığımıza şükretmek lazım!

alıntıdır.
can ataklı - ben beş yaşında idim.

babaannem rahmetli pirinç ayıklıyordu. bir tane yere düştü. babaannem eğildi aramaya başladı.

sağa bakıyor sola bakıyor bulmaya çalışıyor....

çocukluk işte..! 'aman babaanne' dedim.

'bir pirinç tanesi için bu kadar çaba harcamaya yorulmaya değer mi?'

rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı öfkeyle doğruldu.
'sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun' dedi.

'hiç pirinç üretilirken gördün mü? i̇nsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru alın teri emeği çilesi var biliyor musun?'

utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

aradan yıllar geçti. hukuk fakültesinde öğrenciyim.
alain'in proposlarını okuyorum. birden irkildim. babaannemi hatırladım. alain bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu.

i̇lave ediyordu.
bir iğnenin üretiminde binlerce insanın alın teri göz nuru el emeği vardır diyordu.

on dokuz yıl evveldi.

stockholm'e gitmiştim.

bir otele indim. geceydi.

sabahleyin traş olmak için lavaboya gittiğimde aynanın yanında ilginç bir not gördüm.

lütfen diyordu tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın.
yanda bir kutu var oraya bırakın.
bir tek jiletle dahi olsa i̇sveç çelik sanayisine yardımcı olun.

doğrusu hayretler içinde kaldım. çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla i̇sveç çeliği gelir.

birçok eşya üzerinde 'i̇sveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı.

i̇şte o ülke kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor ona sahip çıkılıyorken turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.

i̇sviçre'de zaman zaman belli periyotlarda radyolar televizyonlar bir haberi duyurur. şu tarihte şu saatte adamlarımız gelecek.

siz lütfen hazırlığınızı yapın.

okumadığınız ilgilenmediğiniz kullanmadığınız ne kadar kitap dergi gazete varsa kağıt ambalaj kutu varsa velev ki bir ilaç prospektüsü dahi olsa kapının önüne koyun. i̇sviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun.

fazla ağaç ziyanına engel olun.

maddi durumumuz ne olursa olsun, i̇ster zengin olalım ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız. burada parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır."

( kaynak: can ataklı )
alıntıdır.
eski bir i̇stanbul hanımefendisi anlatıyor;

yıl 1919. i̇stanbul baştan aşağı i̇ngilizlerin işgali altındaydı. liseyi yeni bitirmiştim. güzel bir kızdım. dünür gelmeye başladılar. biri avukatmış. gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim.

nişanlandık. nişanlımı seviyordum. mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum. ama çok geçmedi ki mahallede bir dedikodu yayıldı.

(ayşe'nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş.) dediler. alt üst oldum, babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu. yıkıldım. nişanı atıp, ayrıldık.

aradan 5 yıl geçti. evlenmiştim, bir de çocuğum olmuştu. 1924 yılıydı. artık ülkemiz özgürdü. bir gün beyoğlu'nda rastladım ona. oğlum yanımdaydı. beni görünce titredi, ceketini düğümledi. saygı göstererek durdu önümde.

“vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim" dedi. "olur." dedim. bir büroya girdik. burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu. i̇çerde yardımcıları çalışıyordu. "siz gerçekten avukat mısınız?" dedim. "evet" dedi.

"peki, avukatsanız neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz ?" diye sordum.

durdu, başı öne eğildi. "beni affedin" dedi. "i̇stanbul işgal altındaydı, her taraf i̇ngiliz askeri kaynıyordu. her şeyi didik didik arıyorlardı. biz de anadolu'ya, milli kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk. bu ülke için hayati bir işti. bunu size söyleyemezdim..!!"

bu vatani canlarini ve aşklarini feda edebi̇lenlere borçluyuz.
bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
"bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?"

doktor, "bir küveti su ile dolduruyoruz. sonra hastaya üç şey veriyoruz. bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. siz ne yapardınız?", der.

adam, "ooo! anladım. normal bir insan kovayı tercih eder. çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük."
"hayır," der doktor, "normal bir insan küvetin tıpasını çeker."

sonuç: akıl, sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır...i
türk kahvesinin sağlığımız için faydaları

kolesterolü düşürür

ağrı kesici etkisi yaratır

meme kanseri riskini azaltır

3 fincan kahve içmek astım riskini azaltır

sosyalleştirir

siroz riskini azaltır

kolay nefes almayı sağlar

diyabet ve parkinson rahatsızlıklarını önlemeye yardımcı olur.
uzmanlara göre, beyine zarar veren en kötü alışkanlıklar:

tek başına çok fazla vakit geçirmek.

güneşe yeteri kadar çıkmamak.

yeterince uyumamak.

sürekli stresli olmak.

aşırı yemek yemek.

yüksek sesle müzik dinlemek.

sağlık sorunlarını görmezden gelmek.

hareketsizlik.
soğuk duşun aklınızı başınızdan alacak 8 faydası

1) soğuk duş hafızayı güçlendirir.

güne soğuk bir duş ile başlamak farkındalığınızı arttırır, yeni anılar kaydetmenizi kolaylaştırır, hafıza ve sorun çözme gücünüzü arttırır.

2) duygusal dayanıklılığı artırır

kolayca telaşlanıyor, endişeleniyor veya sinirleniyor musunuz?

soğuk duş sinir sisteminizi tamir eder ve duygusal travma riskini azaltır.

tartışmalardan üzgün mü çıkıyorsunuz? soğuk duş alın.

3) stresi azaltır

doğal antioksidan glutatyon seviyesini artırır ve vücudun tamirini sağlar. strese yanıtı azaltır ve yönetimini kolaylaştırır.

hayat üstünüze üstünüze geliyorsa soğuk duş almanın zamanı gelmiş demektir.

başlayın, iyi gelecektir

4) dinç olmanızı sağlar

eğer daha önce soğuk duş almış cesur ruhlardan biriyseniz, ilk başta nefes almanın ne kadar zor olduğunu bilirsiniz. merak etmeyin alışacaksınız.

duş 3 dk ama günümüz 24 saat. gün içinde dinç kalmak için soğuk duş çok büyük bir yatırım.

5) bağışıklığı kuvvetlendirir

çalışmalar rutin soğuk duş alan bireylerin üst solunum yolu enfeksiyonu riskinin daha düşük olduğunu gösteriyor.

usulü bilmezseniz soğuk duş sizi hasta eder. doğru yaparsanız hastalık riskiniz azalır.

6) lenfatik dolaşımı artırır

soğuk duş, sıcak ve soğuk su arasında dönüşümlü olarak yapıldığında, soğuğa maruz kaldıklarında lenf damarlarını kasarak sıcağa maruz kaldıklarında ise gevşeterek lenfatik akımı korur.

soğuk duş lenf dostudur.

7) nabız ve tansiyonu düşürür

soğuk duşun hafif stresi ve heyecanıyla önce nabzınız bir miktar artar ama sakin olun! nabzınız sonrasında düşecek ve gün boyunca tansiyonunuz daha stabil olacaktır.

damarlarınız soğuk duşu sever.

8) soğuk duş kasların i̇yileşmesini hızlandırır

eğer bir sporcuysanız, yoğun bir antrenmandan sonra buz banyosu yapmanın daha hızlı iyileşmek için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri olduğunu biliyorsunuzdur.

soğuk duş varsa laktik asit yoktur. soğuk duş kasları korur.

“soğuk duş aldım ama sonra 2 hafta boyunca sinüzitten kurtulamadım” dediğinizi duyar gibiyim.

sorun soğuk duşta değil, yapma ve başlama şeklinizde.

doğru yapan şifayı bulur.