soğuk algınlığı nedir ve nasıl tedavi edilir - Hasta Sözlük
Soğuk algınlığı deyiminin günlük hayatta soğuk algınlığı ile ilgisi olmayan durumlar için de kullanıldığı olmaktadır. Oysa gerçekte bu deyim, bir ya da iki hafta kadar devam eden ve başlıca belirtileri burun yollarının yangılanması, hapşırma, burun tıkanıklığı ve akması olan hastalığı belirtir.
Hafif geçirilen soğuk algınlıklarında başlangıçta sadece boğaz kuruluğu ve ağrısı görülür; öbür belirtilerin pek azı ortaya çıkar. Daha ağır durumlarda ise baş ağrısı, kol ve bacakların sızlaması, ateş, bitkinlik ve hafif bir öksürük gibi belirtiler de görülür. Soğuk algınlığı ile mikropların solunum yollarında yerleşmesi sonucunda ortaya çıkan boğaz ağrısı, farenjit, larenfit, bronşit gibi hastalıklar arasında kesin bir ayrım yapmak oldukça zordur. Bu hastalıklarda da soğuk algınlığının belirtileri görülür; ancak başka belirtiler de vardır. Örneğin, gripte solunum yollarındaki belirtiler soğuk algınlığında görülen belirtilere benzemekle birlikte asıl belirtiler, baş ağrısı, kol ve bacaklarda sızlama ve ateştir.
SOĞUK ALGINLIĞI NASIL BAŞLAR?
Burun tahriş ve yangılanması, örneğin saman nezlesinde olduğu gibi alerjik kökenli ya da vazomotor rmitisde olduğu gibi sinirsel kökenli olabilir. Soğuk algınlığında ise bu belirtiler virüs kökenli olur. Deneyler de soğuk algınlığının virüs kökenli olduğunu doğrulamaktadır. Gerçekten de soğuk algınlığına tutulmuş bir kimsenin burun akıntısı, bakteri, mantar, birhücreli türünden daha büyük organizmalardan temizlenmek için çok ince bir süzgeçten geçirildikten 'sonra, başka insanların ya da şempanzelerin burnuna damla damla akıtıldığında, nezleye sebep olmuştur.
Bu incelemeler 1914 yılında Almanya'da, 1930'ların başında Amerika'da yapılmıştır. 1946 yılında İngiltere’nin Salisbury kentinde kurulan bir soğuk algınlığı araştırma kliniğinde de benzer deneyler yapılmıştır. Bu deneylerde kullanılan gönüllü denekler, bölge halkından mikrop kapmamaları için üçer kişilik gruplar halinde bir süre açıklık bir bölgede rahat koşullarda yaşamışlardır. Böylece soğuk algınlığı mikrobunu almadıkları saptandıktan sonra bu gönüllülere, virüs içeren ve genellikle burun damlası şeklinde özel bir preparat verilmiştir. İki üç günlük bir kuluçka devresinin sonunda deneklerde tipik belirtilerin baş gösterdiği saptanmıştır.
Gönüllü deneklerin bu işlemden önce soğukta kalsalar da soğuk algınlığına pek ender olarak tutuldukları görülmüştür.Daha sonra yapılan araştırmalarda da, kendilerine virüs aşılanan hastalarda görülen belirtilenin, soğuk havanın etkisiyle artmadığı anlaşılmıştır. Soğuğun soğuk algınlığına sebep olduğu inancının soğuk algınlığına henüz yakalanmış bir kimsenin, soğuğa karşı gösterdiği duyarlıktan ileri geldiği sanılmaktadır; bu duyarlık ortam serinlediği zaman farkedilebilmektedir.
Eskiden nezleye, özel bir soğuk algınlığı virüsünün sebep olduğu sanılıyordu. Oysa bugün başta mikrovirüs, paramiksovirüs ve koronavirüs gibi virüsler olmak üzere çeşitli organizmaların nezleye yol açtığı açıklığa kavuşmuştur.
Miksovirüsler ve paramiksovirüsler orta büyüklükte virüslerdir. Organizmalarının kalıtsal maddesi sarmal yapıdaki ribonükleik asit (RNA) ve proteinden oluşur. Bu iç yapı, uygun yapıda bir proteinle ve hücrenin yağlı lipid maddesinden oluşmuş bir zarla kuşatılmıştır. Bu protein normal insan vücudunda bulunmaz ve bu nedenle vücuda uyarak bir bağışıklık tepkisi vermesini sağlar, özellikle kana ve vücut sıvılarına karışan bağışıklık cisimlerinin üretilmesini arttırır.
Soğuk algınlığına sebep olan başlıca virüsler 1, 2, 3 ve 4 tipindeki paraenfluenza virüsleriyle synctial solunum virüsüdür. Bütün bu virüsler çocuklarda görülen boğmaca ve bronşiyolit gibi alt solunum yolları hastalıklarına yol açarlar. Ayrıca çocuklarda ve Büyüklerde önemsiz üst solunum yolu hastalıklarına da sebep olurlar. B tipi A tipi grip virüsleri de soğuk algınlığına yol açan miksovirüslerdir.
Pikornavirüsler çapları daha da küçük virüslerdir. Bunlar da RNA içerirler; bu RNA küre biçimini andıran bir kabuk içindeki virüs proteini ile kuşatılmış olup yirmi kenarlı bir yapıya sahiptir. Lipid maddesi içermezler, fakat proteinleri miksovirüslerinki gibi bağışıklık cismi üretimini kamçılar. Pikornavirüslerin en bilinenleri, sindirim kanalı içinde yaşarlar ve zaman zaman vücudun başka bölümlerine yayılırlar. Bunlara örnek olarak çocuk felci virüsü gösterilebilir. Solunum yollarında hastalıklara yol açan bir başka tür virüs ise A grubundan olan ekovirüsler ile koksavirüslerdir. Bu virüslerin ikisi de, nisbeten önemsiz olup boğaz ağrısına ve yaz griplerine yol açarlar. Koksavirüslerin B1 ile B5 türleri arasındaki türleri daha önemli solunum yanarı hastalıklarına yol açarlar. Rinovirüslerin 1'den 89'a kadar olan türleri ise soğuk algınlığına en fazla sebep olan virüslerdir.
Koronavirüsler son zamanlarda keşfedilmiş bir virüs grubudur. Miksovirüsler gibi bir dış çeperle çevrili RNA içeren organizmalardır. Yalnız bu dış çeperin yapısı farklıdır; henüz incelenmemiş olan iç yapının da farklı olduğu muhakkaktır. Benzer organizmalar hayvanlarda da bulunur ve çeşitli hastalıklara yol açarlar. Ancak insanların sadece kendilerine özgü organizmalardan etkilendiği ve bu organizmaların da sadece soğuk algınlığına sebep olduğu anlaşılmıştır.
HAPŞIRMA, HASTALIĞI YAYAR
Soğuk algınlığı ılıman iklimlerde kışın, dünyanın öbür bölgelerinde ise yağmurlu mevsimlerde yaygınlık kazanır. Soğuk algınlığı adı da belki buradan gelmektedir. Son araştırmalar, soğuk algınlığının hava sıcaklığında görülen bir düşüşten ve nemlilikte görülen bir artıştan iki gün sonra çoğaldığını göstermiştir. Fakat hava koşulları ne olursa olsun, soğuk algınlığı salgınlarının dış dünya ile ilişkileri sınırlı küçük topluluklarda çabucak bittiği ve bu ilişkiler arttığı zaman tekrar başladığı bir gerçektir. Bunun en iyi örnekleri kutup kaşiflerinin ülkelerine döndükleri zaman soğuk algınlığına tutulmaları ve Tristan da Cünha gibi adalara gemiler uğradıkça ortaya çıkan soğuk algınlığı salgınlarıdır.
Çeşitli soğuk algınlığı virüslerinin çoğu zaman normal insanlar tarafından taşındığı ancak soğukta kalma ya da çökkünlük gibi durumlarda etkin hale geldikleri sanılmaktadır. Gerçekten de soğuk algınlığı virüslerinin bazen normal insanlarda da bulunduğu bir gerçektir. Fakat bu virüsler genellikle daha önce geçirilmiş olan bir soğuk algınlığından arta kalmış ya da belirti göstermeyen, kısa süreli bir rahatsızlığa yol açan organizmalardır. Virüsler soğuk algınlığına tutulan kimselerin hapşırma ve burun silmeleri sonucunda çevreye serpilen zerreciklerle yayılır ve çevrede bulunan sağlıklı kişiler tarafından solunum yoluyla alınırlar. Bu zerrecikler burnun iç yüzeyini kaplayan zar tarafından tutulur ve hemen buradaki hücreleri etkilerler.
Soğuk algınlığına yol açan çeşitli virüsleri önem derecesine göre sıralamak mümkündür, örneğin ılıman iklimlerde sonbahar aylarında beliren soğuk algınlığı salgınlarına rinovirüsler, daha sonraki aylarda görülen soğuk algınlıklarına ise diğer virüsler yol açmaktadır. Kışın artan, yaza doğru azalan soğuk hava dalgası, bölgesel hatta kimi zaman ülke çapında salgınların ortaya çıkmasına yol açar. Bu salgınları oluşturan virüslerin çeşidinin yüzü aştığı sanılmakla birlikte bunlar öylesine içiçedir ki, birbirlerinden ayırt edilmeleri hemen hemen olanaksızdır.
Soğuk algınlığının iyi edilmesi ya da önlenmesiyle ilgili sayısız tedbirler önerilmiştir. Fakat hastalık tedavi edilse de bir hafta kadar sürer. Çünkü hastalığı oluşturan organizmalar virüs olduğundan, bakterilere etkili ilaçlar etkisiz kalmaktadır. Virüs içeren aşıların uygulanması soğuk algınlığını önlemektedir ama, hastalığı etkili bir şekilde denetleyebilmek için herkese yetecek kadar virüs elde etmenin güçlükleri üstesinden gelinebilecek gibi değildir.
Hastalığa tutulmuş kimselere fazla yaklaşmamak